Hıristiyanlık Öncesi Gürcü Tanrılar Panteonu
Kafkasya coğrafyasının kadim halklarından biri olan Gürcülerin çok eskilere dayanan tarihlerinin olduğu bilinmektedir. Gürcü kabileleri birkaç bin yıl önce bağımsız bir dil grubunu temsil etmişler ve Gürcülerin etnik alt grubundan biri olan Megrelo kabileleri, Karadeniz’in güneydoğu ve doğu kıyılarına yerleşmişlerdir. Batı Gürcistan’ın yüksek kesimlerinde ise yine Gürcü etnik alt gruplarından bir diğeri olan Svanlar varlık göstermiştir. Bu tarihlerde Gürcü boylarının sınır komşuları ise Güneyde Urartular, Hurriler ve Hitit kavimleri olmuştur.
Gürcüler, bulundukları coğrafi konum itibarıyla çevre kültürlerin etkisi altında kalmış bit toplumdur. Şöyle ki Urartular ve Hititlerin ardından milattan önce 600’lü yıllarda Medlerin kontrolüne giren Gürcü kabileleri, 550’lerden itibaren Pers imparatorluğu yönetimi tarafından idare edilmiştir. Takip eden süreçte Büyük İskender’in bölgeyi fethetmesi ile Yunanlıların, ardından Romalıların, ilerleyen tarihlerde ise Arapların ve Türklerin yönetimi altında kalmışlardır. Bu durum Gürcü toplumunun sosyo-kültürel ve dini yapısında da değişim ve etkileşime yol açmıştır. Özellikle politeist bir dini yapının söz konusu olduğu milattan önceki tarihlerde şekillenen tanrılar panteonunda yer alan birden fazla tanrısal varlığın, çevre kültürlerin etkisi altında şekillendiği görülmektedir. Dolayısıyla Gürcü tanrılar panteonu içerisinde yer alan antropomorfik, zoomorfik ve astral tanrısal figürlerin isim ve fonksiyonları dönem dönem değişiklik gösterebilmektedir. Bu tanrısal varlıklar, Gürcü kabilelerin yaratıcısı; ailenin, köyün, toplumlumun vb. dini ve sosyal yaşamı düzenleyici varlıklar olarak kabul edilmişlerdir.
Tarihsel Süreç
Kartlis Tshovreba, Kraliçe Ana nüshası
Orta Çağ Gürcistan tarihinin başlıca kaynağı konumunda olan Kartlis Tshovreba (14. Yy. ქართლის ცხოვრება) adlı vakayinamede yer alan bilgilere göre bugünkü Gürcü ve Ermenilerin öncülleri olan Kartvelliler, Megreller ve Kafkasyalıların “Targamos” adında bir babaları vardı. Targamos, Nuh’un oğlu Yafet’in torunu olan Tarş’ın oğluydu. Anlatıya göre dillerin farklılaşmasından sonra, Targamos kabilesiyle birlikte diğer insanlardan ırak bir yer olan Alagöz (Aragat) ve Ağrı dağlarının arasına yerleşti. Targamos burada altı yüz yıl yaşamış ve bu zaman zarfında topraklarını Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar genişletmişti. Vakayinamede Targamos’un sekiz oğlu olduğu ve ülkesini bu sekiz oğlu arasında pay ettiği görülmektedir. Kartlos adlı oğluna ki günümüz Gürcülerin atası sayılmaktadır, şimdiki Gürcistan’ın bulunduğu toprakların verildiği belirtilmektedir. Kartlos, önce Aragvi’nin Kura nehri ile birleştiği yere gelerek dağın eteklerine yerleşmiş ve burayı kendisine yurt edinmiştir. Kartlos’a nispetle Kartli dağı olarak isimlendirilecek olan bu dağ, daha sonraları Gürcü Kralı I. Farnavaz’ın (ö. MÖ. 234) buraya dikeceği Armazi adındaki bir put sebebiyle Armaz dağı olarak anılacaktır. Vakayinamede Kartlos’un beş oğlunun olduğundan ve bunların arasında Mtshetos’un kahramanlığı ile kardeşleri arasında öne çıktığından söz edilmektedir. Dolayısıyla Mtshetos, diğer dört kardeşini de kendine itaat ettirerek hükümdarlığını sürdürmüştür. Mtshetos’un ölümüyle birlikte ülkede kargaşa ve taht kavgalarının çıktığını belirten vakayiname, bu sürecin sonucunda yaratıcı tanrılarını unutan halkın güneşe, aya ve yıldızlara tapınmaya ve ataları Kartlos’un üzerine (atalar kültü) yemin etmeye başladıklarını aktarır. Kroniğin verdiği bilgilerden bu bozulma ve iç kavgaların neticesinde bölgenin sıkça istilaya uğradığı anlaşılmaktadır. Büyük İskender bölgeyi istila etmeden önce Gürcistan ve Güney Kafkasya toprakları Medlerin (The Medes) etkisi altındaydı. Medlerin milattan önce 550’lerde Pers kralı Cyrus’un döneminde Pers imparatorluğu ile birleşmesinden sonra Gürcü toprakları da Pers yönetimi altına girmiş oldu.
Büyük İskender bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra Gürcü topraklarını yönetmesi için bir aristokrat olan Makedonyalı Azon’u vali olarak tayin etmiştir. Vakayinameye göre İskender, Azon’dan güneş, ay ve beş yıldızı onurlandırmasını ve göğün ve yerin yaratıcısı olan görünmeyen bir Tanrı’ya hizmet etmesini emrederek bu inanç sisteminin tüm ülkede yasalaştırılmasını ister. Azon, çok geçmeden İskender’in talimatları doğrultusunda gümüşten iki put yapar ve birine Gats diğerine ise Gayim adını vererek bu putlara ibadeti yasallaştırır. Böyle bir ortamda Gürcülerin atalarından olan Uplos’un soyundan ve Mtshetos’un oğlu I. Farnavaz’ın ortaya çıktığını, komşu krallıklarla iş birliği yapmak suretiyle Azon’u yenip İberya’nın kralı olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla Gürcülerin bölgenin hâkimi haline gelme süreci ilk İberya (Gürcistan) kralı olarak da kabul edilen I. Farnavaz döneminde gerçekleşmiştir. I. Farnavaz’ın bölgede yükselişi ve bir İber monarşisini tesisi, Büyük İskender’in, Pers Ahameniş imparatorluğu üzerindeki zaferiyle doğrudan bağlantılıdır. Zira I. Farnavaz’ın monarşisi, Seleukos İmparatorluğu’nun (MÖ. 323-MÖ. 63) egemenliği altında uzun yıllar varlık göstermiştir. I. Farnavaz’ı Gürcü tarihinde önemli kılan hususlardan bir diğeri ise Gürcü tanrılar panteonunda hayata geçirmiş olduğu yeniliklerdir. Farnavaz, MÖ. 3. yüzyılda Gürcü tanrılar panteonunun başına yüce tanrı olarak kabul edilen ay tanrısı Gmerti’nin yerine Armazi’yi getirmek suretiyle onu tüm Gürcülerin baş tanrısı seviyesine yükseltmiştir. Bu tarihten itibaren Gürcülerin yüce tanrısı Armazi olacaktır. Bu reform daha önce karmaşaya neden olan diğer baş tanrıların bir panteonda Armazi’nin altında toplanmasına olanak sağladığından siyasi olarak da tüm ülkenin tek bir krallık altında birleşmesi davasına hizmet etmiştir. I. Farnavaz’ın baş tanrı konumuna getirdiği Armazi’nin kökeni ile ilgili farklı teoriler söz konusudur. Bir varsayıma göre bu isim, Mecusiliğin iyilik tanrısı Ahura Mazda’dan türetilmiştir. Gürcistan topraklarının uzun yıllar boyunca Ahameniş imparatorluğunun etkisi altında bulunmasının bu etkileşime katkı sunduğu varsayılmaktadır. Ancak Gürcü tarihçi Giorgi Melikishvili (ö. 2002), Kartuli (İber) krallığının (Doğu Gürcistan) tanrılar panteonunun başına getirilen bu putun adının büyük olasılıkla Hitit ay tanrısı Arma’ya kadar uzandığını ileri sürmektedir. Gürcü geleneğinde bu put, bakır zırhlı, elinde kılıç ve başında altın bir miğfer ile savaş tanrısı olarak tasvir edilmiştir.
San Giorgio e la principessa
I. Farnavaz’ın çeşitli kültürlerden etkilenerek oluşturduğu tanrılar panteonu, milattan sonra 4. yüzyıla, yani bölgede Hristiyanlığın resmi olarak kabul edilişine kadar varlığını korumuştur. Dahası Güneş ve Ay tanrılarına yönelik inanış Gürcistan’ın bazı kırsal kesimlerinde günümüze değin varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Hıristiyanlığın ortaya çıkması ve Kafkasya’ya kadar ulaşması ile Gürcü toplumu arasında bu yeni din yaygınlık kazanmaya başlamış ve Gürcü inanışında yer alan mitler Hıristiyan düşüncesinin etkisi altında kalmıştır. Hıristiyanlıkla uzun süreli temasın neticesinde Gürcü kadim inancında yer alan birçok tanrısal varlık Hıristiyanlaştırılmıştır. Öyle ki tıpkı Avrupa’nın bazı bölgelerinde olduğu gibi, eski pagan tanrı kültleri, aziz kültleri şeklinde yeniden kurgulanmıştır. Örneğin aşağıda detaylı bilgi vereceğimiz Gürcü panteonundaki başlıca figürler arasında yer alan vahşi yaşamın koruyucusu ve bir avcı tanrı olan Dali’nin yerini, Gürcü dinsel geleneğinde önemli bir yeri olan Aziz George almıştır. Yine önemli kadın figürler arasında yer alan doğurganlık tanrısı ve hastalıkların şifacısı Lamaria ise Azize Meryem şeklinde kendine yer edinmiştir. Ancak Gürcülerin tümü kısa sürede Hıristiyanlığı benimsememişlerdir. Özellikle dağlık alanlarda yaşayan Gürcüler yüzyıllar boyunca eski pagan inançlarını yaşatmaya devam etmişlerdir.
Üstün Varlık İnancı:
Morige Gmerti ve Sameuli Kültü Gürcü toplumunun kadim inancında diğer toplumlarda olduğu üzere doğa güçlerinin tanrılaştırılması olgusu ile karşılaşılmaktadır. Bu çerçevede her Gürcü kabile veya klanın dağlar, vadiler, nehirler ve diğer tabiat varlıklarına yönelik kendilerine özgü birer tanrılar edindikleri bilinmektedir. Ancak yaygın halk efsaneleri ve zengin kültürel materyaller incelendiğinde, Gürcülerin ortak büyük tanrı ve tanrıçalara sahip oldukları görülmektedir. Bu nedenle, örneğin erken dönem Gürcülerin ortak tapındıkları tanrılar olarak karşımıza gök cisimleri ay, güneş ve yıldızlar çıkmaktadır. Tüm politeist inançlarda olduğu gibi Gürcü Panteonunda yer alan tüm tanrılar son derece gelişmiş bir metamorfoz yeteneğine sahip, antropomorfik özellikli tanrılardan oluşmaktadır. Panteonda çeşitli makamlara sahip olan bu tanrısal varlıkların konumlarında zaman içerisinde farklılıklar meydana gelmiştir. Gürcü tanrılar panteonunun üst basamaklarına büyük tanrı üçlüsü (sameuli) yerleştirilirken aşağıya doğru uzun bir hiyerarşik merdiven oluşturulmuş ve yerel tanrılar kıdem ilkesine göre bu panteon içerisinde kendilerine yer edinmiştir. Gürcistan’ın dağlık bölgelerinde yaşayan Gürcülerin inancında iki çeşit tanrının varlığından söz edilebilir. Bunlardan ilki büyük veya kıdemli tanrılardan oluşurken diğeri yerel veya bölgesel birtakım tanrısal varlıkları kapsamaktadır. Büyük veya kıdemli tanrılar Morige Gmerti, tanrıça Mze veya Mze-kali ve Kviria idi. Bu üçlü tanrı sistemi Gürcü tanrılar panteonunda ilk sıraları işgal etmektedir. Bu üçlü sistemin tepesindeki tanrısal figür ise evrenin yaratıcısı ve koruyucusu olarak inanılan yüce tanrı Morige Gmerti’dir. İkincil tanrılar ise Gürcü kabileleri arasında daha çok yerel bir statüye sahiptirler. Şöyle ki bazılarına toplumsal grupların hamisi olarak, bazılarına da bölgesel-etnik grupların koruyucu tanrıları olarak tapınılıyordu. Ancak bu yerel tanrılar da Gürcü inancına göre Gmerti’nin çocukları (Gvtisşvilebi) konumunda idiler. Yüce tanrı ile yerel tanrılar arasında bir nevi kan bağı ve akrabalık ilişkisinin varlığını görmek mümkündür.
Morige Gmerti: Gürcü mitolojisinde gökyüzünün yüce tanrısı, tanrıların babası, evrenin efendisi, dünyanın büyük yaratıcısı (demiurge) ve dünya düzeninin yöneticisi olarak inanılan bir tanrıdır. Ay tanrısı olarak sembolize edilen Gmerti, Gürcü inanışına göre dünyayı yaratmış, onu bakır bir gökyüzüyle kaplamış, onu güneş tanrıçası Mze-kali’nin ışığıyla aydınlatmış, daha sonra da insanı ve tüm canlıları var etmiştir. Yine inanışa göre geri kalan tüm tanrısal varlıkları da o yaratmıştır. Gmerti’nin göğün yedinci katında, cennette altın bir tahtta oturduğuna inanılır. O, evreni ve insanları kontrol etmekte, işlerini ise oğulları (ikincil tanrısal varlıklar) aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Gmerti, gök gürültüsünün efendisi ve aynı zamanda adalet tanrısıdır. Gürcü halk efsanelerinde altın dudaklı, korkunç görünümlü ve parlayan gözlü bir tanrı olarak tasvir edilmektedir. Hıristiyanlığın kabul edilmesi ile birlikte Gmerti’nin yerini, İncillerde bahsi geçen Baba Tanrı almıştır. İnanışa göre, gökte yaşayan Morige Gmerti asla yeryüzüne inmemiştir. Bu nedenle Doğu Gürcü toplumunda Gmerti ile ilgili herhangi bir kült merkezine rastlamak mümkün değildir. Gürcü halk inanışına göre panteonun tepesinde “Gmerti’nin Kapısı” olarak bilinen ve göğe açılan bir kapı vardır. Yine inanışa göre periyodik zaman dilimlerinde panteonda yer alan tanrılar bu kapı ardında toplanmaktadırlar. Bazı zamanlarda Gmerti’nin onayı ile oraya Kaji olarak adlandırılan kötü ruhlar da çıkabiliyorlardı. Esasında tüm diğer kadim toplumların inançlarında olduğu üzere Gürcü tanrılar panteonunun tepesinde bulunan Gmerti de tek ve yüce tanrı konumundadır. Bu, W. Schmidt’in ilkel monoteizm doktrininde ileri sürdüğü üzere politeizmden önce ilkel toplumlarda var olan tek tanrı inancı düşüncesini olumlar mahiyettedir. Lakin görünen o ki zaman içerisinde yüce tanrının birtakım fonksiyonları sonradan oluşturulan çeşitli tanrısal varlıklara tevdi edilmiştir.
Gürcü tanrılar panteonunun tepesini işkâl eden Gmerti’nin yeryüzündeki kutsal hayvanı boğadır. Bilindiği üzere Boğa imgelerinin, bütün antik Yakındoğu dinlerinde çok önemli bir yer tutan fırtına tanısıyla ilişkili bir tapım olarak önemli rolleri vardı. Özellikle boğa ve yıldırım, gök tanrılarının simgeleri konumundadır ve güç, tüm kadim Doğu kültürlerinde özellikle boğayla simgelenmektedir. Boğanın boynuzları, en eski zamanlardan beri, hilale benzetilmiş ve ayla ilişkilendirilmiştir. Neolitik çağdan beri sığır ya da boğa biçimli putlar, genelde Ulu Ana tapımıyla (ay tapımı) ilgili iken Gürcü inancında bu durumun tersi ile karşılaşılmaktadır. Nitekim Gücülerde ay eril güneş ise dişil bir tanrısal varlık olarak kabul edilmektedir.
Mze-kali: Mze (güneş)-kali (bakire), Gürcü inancında Gmerti’nin kızı ve güneş tanrıçası olarak saygı görmüştür. Mze-kali genellikle Dobilni denilen ruhların kendisine eşlik ettiği bir tanrıça olarak tasvir edilir. İnanışa göre Mze-kalinin yardımcıları olan bu sayısız ruhsal varlıklar, genellikle kadın ve çocuk suretinde tezahür ederler. Yine bu ruhani varlıkların güneş tanrıçasının ışınlarına eşlik ettiklerine inanılırdı. Tarımla, “bereketle” ilişkilendirilen Mze-kali, inanışa göre havayı ve bulutları yönetme sanatıyla donatmıştır. Dolayısıyla tarımsal ürünlerin akıbeti Mze-kali’nin merhametine kalmaktadır. Gürcistan’ın dağlık kesiminde yaşayanlar arasında yaygın olan bir inanışa göre, eğer Mze-kali insanlara kızgın değilse, hava ılıman, hasat bol olacaktır. Aksine, eğer kızgın ise o halde hava kötü ve tüm hasat yok olacaktır. Ancak şunu da belirtelim ki Gürcü inanışına göre Mze-kali mevsimler ve hasat ile ilgili uygulamalarında baş tanrı Gmerti’nin onayını almakla yükümlüdür. Bu inanışa rağmen bereket ve bolluk için Mze-kali’ye yakarıldığı, sunaklar inşa edildiği ve sunular yapıldığı bilinmektedir. Esasında Mze-kali’nin bir tanrısal varlıktan daha ziyade fonksiyon itibarıyla tanrının emirlerini yerine getiren bir “melek” kategorisinde bulunduğunu, lakin Gürcü geleneğinde ona ayrı bir tanrısal varlık olarak tazim edildiğini söylemek mümkündür.
Kviria: Gürcü mitolojisinde tanrılar panteonun başında yer alan üçlünün üçüncüsüdür. Astral bir tanrı olan Kviria ile ilgili çok fazla bilgi mevcut değildir. Yine de halk hikâyeleri ve günümüzde halen uygulanan birtakım kutlamalar Kviria hakkında bazı bilgiler edinmemize fırsat vermektedir. Kviria, Mze-kali gibi yaşlı ve güçlü bir tanrı olmasına rağmen Moriga Gmerti’ye yani baş tanrıya tâbidir. Gürcü halk inancında ondan “Büyük Kviria” olarak söz edilmesi, onun gücünü ve dahi kıdemini açıkça ortaya koymaktadır. Esasında Gürcü tanrılar panteonunda üçüncü sırada olsa da dinsel metinlerde Morige Gmerti’nin yanında Mze-kali’ye nispeten Kviria’dan çok daha fazla söz edildiği görülmektedir. Bu da Kviria’nın Gmerti’ye daha yakın ve bir manada onun gücünü temsil etme özelliğine sahip olduğunu göstermektedir. Zira bir Gürcü ilahisinde Kviria’dan Gmerti’nin gücü olarak bahsedilmesi bu kanıyı desteklemektedir.
Gürcistan’ın dağlık bölgelerinde yaşayan halk arasında bahar aylarında gerçekleştirilen festivaller Kviria’ye adanmıştır. Onların inanışlarına göre Kviria, yerel bir tanrısal varlık olup yüce tanrı Morige Gmerti ile insanlar arasında bir aracı konumundadır. Dağlık bölgelerde Kviria’nın onuruna kurbanlar ve kült şölenleri düzenlenir, şenlikler sırasında yeşil dallardan kulübeler yapılırdı. Batı Gürcistan dağlılarına göre Kviria, doğa güçlerinin erkek tanrısıdır.
İkinci Dereceden Tanrısal Varlıklar
Gürcüler, yüce tanrı Morige Gmerti ve onun adeta sağ ve sol kolu mesabesinde olan Mze-kali ve Kviria’nın yanı sıra ikinci dereceden önemli olan bir dizi tanrı ve tanrıçaya da tazim etmişlerdir.
Ainin ve Danin: Gürcü kaynaklarına göre, İberya’nın Gürcü kralı Farnavaz’ın oğlu I. Saurmag döneminde putları dikilen iki bereket tanrıçasıdır. Her ne kadar iki farklı tanrıça gibi görünseler de bu ikisinin esasında tek ve aynı tanrıçanın farklı dönemlerde ortaya çıkmış iki farklı ismi olduğu ileri sürülmektedir. Gürcü folklorunda bu tanrıça ile ilgili zengin materyal bulunmaktadır. İçerisinde birçok mitolojik unsur barındıran bir anlatıya göre, bir dişi tanrıça olan Ainin, bahçede yürüyen prensin önünde yazılı kâğıt şeklinde belirir ve ardından olağanüstü bir güzellikte bir kadına dönüşür. Ainin’in bitkilerdeki karşılığı dereotu ve pırasadır. Söz konusu bu efsaneye göre de prensin bahçesinde iki çeşit yeşillik, dereotu ve pırasa yetişmekteydi. Anlatıya göre Prens, bu iki yeşilliğin bulunduğu tarlanın başında akşam yemeklerini yerdi. Gürcü tarihçi Michael Tsereteli (ö. 1965), Ainin ve Danin’in köken itibarıyla Akadların İştar’ı ve Sümerlilerin İnanna’sından esinlenilerek oluşturulduğunu ileri sürmektedir. Nitekim Mezopotamya kralları için bahçecilik kutsal bir anlam ifade etmekteydi ve İnanna/İştar böyle bir bahçıvan krala âşık olmuş ve ona yardım etmişti. Ancak Rus şarkiyatçı Viktor Romanoviç Rozen (ö.1908) Ainin’in köken itibarıyla Fars kültüründe yer alan bereket tanrıçası Anahit’ten türetilmiş olabileceğini söylemektedir.
Bir başka Gürcü efsanesine göre Ainin, tanrısal yetileri olan bir büyücüdür. Geyiklere hükmeder, onları dağdan indirerek sütlerini sağmak suretiyle süt banyosu yapar. Onu taklit etmeye çalışan prensin hanımlarının ise Ainin’in büyüsü sonucu öldükleri belirtilir. Tüm eşleri ölen prens sonunda Ainin ile evlenme aşamasına geldiğinde kendisini domuz kanıyla boyamak suretiyle bir ölümsüzlük ritüeli gerçekleştirir. Bunu gören Ainin, “ey güneş ana, ay baba ve ey yıldızlar, gökyüzünden altın sandalyeyi indirin” der. Gökten inen altın bir sandalyenin üzerine çıkan prens, Ainin ile evlenir. Bu tanrıçanın yukarıda da değinildiği üzere Sümer mitolojisinde yer alan ve gökyüzünün kraliçesi ve ayın kızı olarak anılan İnanna kültünün bir yansıması olduğu söylenebilir.
Dali as depicted by Svan artist Vakhtang Oniani, from a Georgian translation of the Svan ballad Givergil (Georgian: გივერგილ), published in 1969
Dali veya Daala-Dael: Gürcü mitolojik şiirlerinin popüler konusunu oluşturup avcıların tanrıçası olarak kabul edilir ve uzun altın saçlarıyla muhteşem güzellikte bir kadın olarak tasvir edilir. İnanışa göre bir avcının başarısı, Dali’nin ona ne kadar iyi baktığına bağlıdır. Birçok Gürcü efsanevi şiiri, avcıların Dali tarafından baştan çıkarıldığını ve ardından kıskançlıktan ya da avcının bazı tabuları çiğnemesi sebebiyle Dali tarafından yok edildiğini anlatır. Av tanrısı olduğu kadar vahşi hayvanların da hamisi olan Dali, altın renkli saçı ve parlak tenli güzel, çıplak bir kadın olarak da betimlenir. Genellikle saçlarının sarktığı ulaşılmaz kayalıklarda bulunan mağaralarda yaşadığı ve kayaların üzerinde dolaşan tırnaklı hayvanları izlediği söylenir. Yine efsaneye göre Dali, zaman zaman bir yırtıcı hayvan veya kuş kılığında tezahür edebilmektedir. Dali tarafından seçilen bir avcı, avının uğurlu geçmesi için ondan sihirli güce sahip bir hediye (kolye, yüzük, ok vb.) alır. Böyle bir kişi hem Dali’ye olan sadakatini hem de onun hediyesini korumak zorundadır. Aksi takdirde bunları ihlal eden herkes kaçınılmaz olarak ölümle yüzleşecektir.
Gürcü tanrılar panteonunda daha birçok dişi tanrı figürü göze çarpmaktadır. Ancak Hıristiyanlığın Gürcistan’da kabulünden sonraki dönemlerde eski inançların yerini ataerkil bir ideoloji almıştır. Öyle ki Hıristiyanlık ile Gürcü inancında önemli yer edinen Aziz George’un, Dali ile mücadele ederek ona boyun eğdirdiğine yönelik inanışlar türetilmek suretiyle adeta onun yerine konulmuştur. Dali ise Kilisenin de etkisiyle kötü bir orman ruhuna dönüşmüştür. Aziz George böylece Gürcü halkı arasında üstün bir konuma yükseltilerek at sırtında bir ejderhayı öldüren şövalye olarak tasvir edilmiştir.
Gürcü tanrılar panteonunda yer alan birçok tanrı veya tanrıçada olduğu üzere Dali’nin de civar kültürlerde var olan dinsel inançlardan esinlenilerek oluşturulduğu görülmektedir. Dali’nin Yunan mitolojisinde yer alan avcılık ve kır tanrıçası Artemis’den esinlenilerek oluşturulduğu söylenebilir. Diğer taraftan Dali’yi Gürcü mitolojisinde önemli kılan bir diğer unsur, onun Gürcülerin efsanevi kahramanı Amirani’ın annesi olarak kabulü ile ilgilidir. Amirani, klasik Yunan titanı Prometheus’u andıran bir Gürcü kültür kahramanıdır. Kendi adıyla anılan destanın kahramanı olan Amirani, bir ölümlü ile av tanrıçası Dali’nin oğlu olan yarı tanrıdır. Efsaneye göre Sulkalmakh adında bir avcı, vahşi bir geyiği kovalarken açılan bir kayalığın içinden bir kadın (tanrıça Dali) çıkar. Kadın avcıya bu hayvanı neden yuvasına kadar kovaladığını sorar. Adam kendisinin bir avcı olduğunu, geyiğin ise kadına ait olduğunu bilmediğinden avlamak istediğini söyler. Kadın avcıyı evine yani yaşadığı kayalıklara davet eder. Çok güzel bir kadın olduğundan avcı kadının peşine takılarak onun dediklerini yerine getirir. Dali, âşık olduğu bu avcıdan oğlu Amirani’ye hamile kalır. Hikâyenin devamında, avcının kayalıklarda yaşayan ve yabani hayvanları yöneten Dali ile nasıl yaşadığı ve oğlu Amirani’nin doğumu anlatılır. Bu birliktelikten haberdar olan avcının karısı yaşananları hazmedemez ve uykuda iken Dali’nin altın renkli saçlarını keser. Bir efsaneye göre saçı kesilen Dali dünyayı terk etmek zorunda kalırken bir diğerine göre ise ölecektir. Dünyayı terk etmeden veya ölmeden evvel hamile olduğunu duyurur ve karnındaki bebeğin alınarak büyütülmesini ister. Böylelikle Amirani tanrıca Dali’nin rahminden zamanından önce çıkartılarak avcı Sulkalmakh ve karısı Darejan’ın iki oğlu ile büyütülür. Efsaneye göre oldukça kuvvetli olan Amirani, kötü/şeytani güçlerle savaşır ve onları alt eder. Bir noktadan sonra Amirani insanlığı temsilen tanrılara karşı savaş açar ve bundan dolayı da çeşitli cezalara çarptırılır. Tıpkı Prometheus efsanesinde olduğu gibi kayalıklarda zincire vurulur ve her gün bir kartal gelerek karaciğerini yer ama Amirani her gece kendini iyileştirmeyi başarır. Bu efsanede yer alan bilgilerden de anlaşılacağı üzere Gürcü mitolojisinde eski Yunan mitlerinin önemli ölçüde izlerini görmek mümkündür.
Sonuç olarak; Gürcü tanrılar panteonunda yer alan tanrısal varlıkların iki temel kökeninin olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki çevre kültürlerin dini inançlarından etkilenilerek oluşturulan ve daha ziyade yabancı yönetici sınıfın inancını ihtiva etmekteydi. İkincisi ise Gürcistan’ın kırsal kesimlerini içine alan kadim yerel inançlardan müteşekkildi